30 Mayıs 2017 Salı

Ne işe "yaramaz" bu Glisemik İndeks?

Mayıs 30, 2017 2
"Obezite ve diyabetin genetik olduğunu göstermek amacıyla yürütülen birçok çalışma sonucu, genetik olmadığı ortaya çıkmış ve sonuç bilim insanlarını hayal kırıklığına uğratmıştır!"
(The New England Journal of Medicine, 2008 Jun.)

Ekmeksiz nasıl karnım doyacak! Pirinç pilavı yanında olmadan, yemek yenir mi hiç? Benim kızım/oğlum daha çok küçük; ne var sanki meyve suyu içse, çikolata yese?

Doyar arkadaşım! Beyaz ekmeksiz karnın öyle güzel doyar ki, çok da enerjik olursun. Nasıl mı? PROTEİN ağırlıklı beslenerek. %40 organik maddeden oluşmuş insan vücudunda, bu yüzdenin anca %1'i karbonhidratlara(şekerlere) aittir, %90'ı ise protein. Şimdi siz, protein eksikliğinde nelerle karşılaşabileceğini düşünebiliyor musunuz?

Günümüzde diyabet çok yaygın durumda. Bunun en büyük sebebi ise glisemik indeksi yüksek yiyeceklerle beslenmek. Daha doğrusu, beslenememek. Belki de birçok kez duydunuz ama hiç araştırmadınız. Şimdi beraber bakalım, nedir bu glisemik indeks?

Glisemik indeks (GI), gıdaların tüketildikten sonra kan şekeri seviyesini ne kadar çabuk arttıracağının bir ölçüsü. Glikozda bu değer %100 kabul ediliyor. Diğer besinlerinki ise glikozunkiyle mukayese edilerek belirtiliyor.

Yüksek glisemik indeksli gıdalar nelerdir?
Patates unu(nişasta), patates, beyaz un, beyaz ekmek, mısır gevreği, pirinç pilavı, işlenmiş meyve suları, bisküviler, krakerler...
Biranın glisemik indeks değeri ise 110! (Fakat bir yeşilaycı olarak bu konuya girersem çıkamayacağımı düşünüp, cümlemi de güzel bir ünlemle bitirip devam ediyorum.)

Zararları nelerdir?
Çabuk sindirilen besinler  hızla kana karışıp kan şekerini yükseltiyor.Pankreas, çabucak ve büyük bir miktarda insülin salgılıyor. Yüksek kan şekerini azaltmak için ise depo edilmesi tercih ediliyor.
Vücut napsın arkadaşım? Mecbur kalıyor da yapıyor..

Gelgelelim, pankreasımızı yoruyoruz ve ani kan şekeri yükselmesi ya da düşmesiyle birlikte sık sık acıkmaya başlıyoruz. Böylece diyabet ve obezite gerçeğiyle karşılaşıyoruz.
Kalp hastalıkları riskini de artırmaktadır bu çeşit besinler.

Hazır yiyecek, paket gıda, beyaz ekmek alışkanlığının çok yüksek olduğu günlük hayatta, kötü besinlerden kaçmak ne kadar kolay bilmiyorum arkadaşlar ama; kolay olsa da olmasa da bir şekilde çaba göstermeliyiz. Glisemik indeksi düşük gıdalar tüketmeye; bunu yapamıyorsak ya da bir şekilde hamur işi, pirinç pilavı, beyaz ekmek yemek zorunda kalmışsak sınırlı tüketime yahut yanında glisemik indeksi düşük gıdalarla tüketmeye, özen gösterelim.

İşte en güzelinden, glisemik indeksi 0 olan besinler:
-Kırmızı ve beyaz et
-Balık
-Yumurta
-Peynir, yoğurt, süt, ayran
-Her türlü lahana, karnabahar, brokoli
-Enginar, kereviz
-Patlıcan, kabak, biber
-Domates, salatalık
-Marul, kuru soğan

BİR NOT: Besinin pişmesi sindirimi kolaylaştıracağından glisemik indeks değerini artırmaktadır. Örneğin, çiğ havucun GI'i 40 iken, piştiğinde bu değer 85'e kadar yükselmektedir.

Son olarak;
Gıdaların glisemik indeksini azaltmak için neler yapabiliriz?
Örneğin, salataya sirke ya da limon ilavesi, glisemik indeksi yüzde 30 oranında düşürebilmekte. Sirkenin bir bomba faydası daha karşınızda!
Meyveler için konuşacak olursam; meyve püresi veya suyu yerine meyvenin kendisini, hatta tam olgunlaşmamış halini tüketmek kesinlikle daha faydalı. Hem de daha lezzetli değil mi, mesela neden kahvaltıda meyve suyu içmek yerine meyvenin kendisinden azami miktarda tüketmeyesiniz ki?

Diyabet, obezite kaderimiz değil.
Lütfen harekete geçelim ve vücudumuzu bu mücadeleden galip çıkaralım!








25 Mayıs 2017 Perşembe

Evet KOŞUN! ama nasıl?

Mayıs 25, 2017 7
Şimdi size benim son 3-4 aydır hayatıma iyice kattığım ve hiçbir ekipmana gerek duyulmadan, her yapışınızda vücudunuzla aranızdaki bağı güçlendirecek bir spordan bahsetmek istiyorum. Koşu!
Doğa koşuları, en güzeli. Benim çekimimden :)
  Şunu diyerek başlamak istiyorum ki, bu yazıyı okuyan 10 kişiden belki de 9'unun düşüneceği gibi ben de koşu hakkında ön yargılı düşünüyordum ve "çabuk yoruluyorum", "koşuya çıkıp 5 dk bile koşamıyorum" diyenlerdendim. Böyle düşünenler bir yana, bir de hiç kendini denemeyip sadece düşüncede reddetmiş olanlarımız da var tabii ki.
Öncelikle bunu aşmamız gerekiyor arkadaşlar. 
  Diyelim ki karar verdiniz, çıktınız koşmaya. Her şeyiniz hazır, en rahat ayakkabınızı giymişsiniz. Sırf koşmak için ayakkabı almışsınız hatta. Motivasyon tam!
E, sonra? 3 dakika koşup, nefes nefese kalıp, pes mi ediyorsunuz? Gayet normal. Koşuya başlayan çoğu kişiye olan şey bu.
Şimdi size uyguladığım tekniklerden bahsedeyim. 3 dakikada tıkandığım zamanlarda neyi yanlış yapıyormuşum, şimdi nasıl 40 dakika koşabiliyorum?, gibi soruların cevabı niteliğinde.

Bundan bir sene öncesine kadar annemle çıkardım yürüyüşe; 1 saate yakın yürürdük, sonra o dinlenirdi, bense 15 dakika falan koşardım. Ama şöyle: bir şarkıyı bile bitiremeyecek kadar bir koşu -2 dk kadar-, sonra 3 dk tempolu yürüyüş. Böyle böyle gittiği yere kadar. Ama en büyük hatamı şimdi düşününce görüyorum: ani hızlanmak.

Gerek yok arkadaşlar. Sürekli olması daha etkili. Bir anda 2 dk deli gibi koşmanın da elbette -ciğerleri açması yönünden- önemi vardır lakin amacımız kilo vermek veya sıkılaşmak, kondisyon artışı gibi şeylerse süreklilik sağlamaya özen göstermenizi tavsiye ederim.

Gelgelelim; benim yaptığımı uygulayabilirsiniz. Pes etmek yerine araya yürüyüş sıkıştırıp koşmaya devam etmek. Çünkü bu vücudunuz için çok iyi olacaktır, nabzı biraz düşürüp geri yükseltmek. Kalbe büyük yararı var. Deneyin derim. Benim yaptığım tam olarak o teknik sayılır mı bilmem ama, sanırım fark etmeden "interval koşu" dedikleri şeyi uygulamışım. :) Sporcularda eritrosit ve hemoglobin sayısının korunmasında ve yükseltilmesinde önemli bir yöntemmiş. Etkiliymiş de.

Benim bir diğer yöntemim de şöyle: diyelim 30 dk koşmayı hedefledim ama gelin görün ki 15 dakika sonra bir halsizlik, bir güçsüzlük geldi. Hemen hızımı çok çok çok azaltıp, hafif zıplar modda -yol kat etme hedefim olmaksızın- ilermeye başlıyorum. 1 dakika civarı o şekilde koşunca, enerjimi toplayıp, 15 dakika daha koşabilecek hale gelebiliyorum. Velev ki gelemedim, araya tekrar o küçük seansları katıyorum. Yeter ki pes edip bırakmayayım.


Bu süreçte -eğer müzik dinleyerek koşmayı seviyorsanız- kendinize bir koşu playlisti oluşturmanızı tavsiye ederim. Ben müzik dinleyerek koşmaya bayılanlardan olduğum için, bunun etkisini çok görüyorum. Umarım siz de görüyorsunuzdur ya da görürsünüz :)

Şimdi, bir hatamızdan bahsettik: Ani hızlanmak.
Diğer bir hata, az su tüketimi. Koşarken çok sıvı kaybı olduğundan dolayı vücut acil durum alarmı verebilir ve gücünüz tükenmiş gibi hissedebilirsiniz. Birkaç yudum su çözecektir. (Daha da doğrusu, koşuya çıkacağınız günün sabahından itibaren yeterli su alımına özen göstermelisiniz.)

Ve bir hata daha. Ben bu hatayı çok sık yapardım. Isınmadan koşmaya başlamak. Yapmayın. En azından 15 dk tempolu yürüyün ya da 2-3 dk tempolu yürüyüp sonrasında esneme hareketleri yaparak başlayın. Özellikle üst bacağınız iyice esnemiş olsun.

Doğru ayakkabı seçmemek. Bu da son maddemiz. Düz ve sert tabanlı, ayağa büyük ya da küçük gelen, spora uygun olmayan vs ayakkabı tercih etmek sizin performansınızı %70-80 oranında düşüreceği gibi kas ve iskelet sağlığınız açısından da hiç uygun değildir. 

Bedenini Keşfet

Mayıs 25, 2017 4

Pilates sever herkesin onunla bir tanışma hikayesi vardır. Peki bu adı ona veren kişi, onunla nasıl tanışmış? Bahsettiğim kişi Joseph Hubertus PILATES. 1883 yılında doğan Joe Amca; küçük yaşlarda astım, romatizmal ateş ve raşitim(kısaca kemik zayıflığı) hastalıklarına sahipti. Babası jimnastikçi, annesi ise alternatif tıp doktoru olan Joseph-ki bu onun şansıydı-; sık sık evde vakit geçirerek, kendi bedenini keşfe çıktı adeta. Tıp ve spor kitapları okudu. Yoga, kayak, savunma sporları, ağırlık çalışmaları üzerine yoğunlaşıp uzmanlaştı. Ve hepsinin mükemmel bir sonucu yahut birleşimi diyebileceğimiz pilatesi keşfetti. Hikayenin daha devamı var. Eşiyle birlikte birçok insanı sağlığına kavuşturmalarıyla sonuçlanan bir hikayeleri var fakat ben kendi yorumumu katarak devam etmek istiyorum.