23 Haziran 2018 Cumartesi

|Korku dolu 15 gün|

Haziran 23, 2018 9
Size bu yazımda ilk defa 20 yaşında biri olarak yazıyorum. Yirminci yaş günümün üzerinden 1 ay 9 gün geçmiş olsa da, bu süreçte o kadar çok kez "ölüp dirilmiş" gibi hissettim ki sanki bir anda yıllar, yıllar geçti ve sonunda buradayım.

Babam sürekli her insanın ömründe bir defa da olsa çok çok büyük yıkıma uğrayacağından, hayatın her zaman tek bir çizgide gitmeyeceğinden bahsederdi. Bu büyük bir afete şahit olmak da olabilir; çok sevdiğini, yakınını kaybetmek de olabilir diye de eklerdi. Bazı geceler korkardım. "Ne olacaksa olsun"du artık, hayatımda olacak kötü şeylerden korkmaya başlamıştım. 

E olmuyor muydu? Zaten oluyordu çok büyük hastalıklar, sıkıntılar, psikolojik problemler. Fakat hayatımın tüm yönünü benim iradem dışında değiştirecek zorluklardan korkmaya başlamıştım işte.

Kıyısından kurtardım! Kurtardık. Galiba...
Bir olayın, hiç beklemediğin bir anda.
Sabahın köründe, akşamın birinde, gecenin karanlığında... 
Sessizlikte, saniyede... tezahür etmesi. Ne kadar korkunçmuş.
Hissedeceklerinden korkarak dinlemekten korktuğun tüm o korkunç şarkıları aynı anda dinlemek gibi. Ki zaten dinliyorsun.
Kabuslarına girip ağlayarak uyandığın gibi. Zaten sabaha kadar dua ede ede ağlıyorsun. 
Bazı akşamlar ise ağlayamıyorsun, hatta gülmeye başlıyorsun. 

Düşün, düşün, düşün.. Ne olacak? Olmayacak.. Geri gelmeyecek mi? Her şey normale dönmeyecek mi? Normal ne olacak artık? Onsuz nasıl normal olabilir? Olamaz. Hayır, olabilir. Olabilir mi? Sonuçta o olmasını isterdi. İster. İstiyor! Peki olacak mı? 

Bilmem?

sadece bunu diyor o içinden gelen lanet ses. "BİLMİYORUM!"

Biri bilsin artık diyorsun. İnsanoğlu olarak en sevmediğimiz şeylerden biri sanırım belirsizlik. Belirsiz kalan her şey, ki aslında hayattaki her şeyin belirsiz olduğu gerçeğini tamamen unutsak da, bizi çıldırtmaya yetiyor.

Babam 18.05.2018 tarihinde kalp krizi geçirdi. Hiç böyle geleceğini düşünmezdim. Saatini bile bilmiyorum, şu saat diyemiyorum, çünkü 3 buçuk saat boyunca bir şeyler oldu. Ama asla göğsü, kolu, kalbi ağrımadı. Ambulans gelmeden 5 dakika önce fark ettik kalp krizi olduğunu. Çünkü kolu uyuştu ve gözleri kapandı, bayıldı. O kadar sinsi bir şeymiş ki gerçekten, korkun arkadaşlar. Senede 2 kez check-up'a giren babam bile fark etmediyse, nasıl fark edelim ki? Bu konuda endişelenmek gerek demek ki, umursamamazlık her zaman iyi değil! 

Ve sorun şu ki, herkesin yaşadığı kalp krizinden yaşamadı. 

Bilen bilir; "2 damarım %50, 1 damarım %30 tıkanmış, ikisine stent takıldı.." gibi muhabbetleri. Genelde yaşanan bu çünkü. Damarlardan birkaçı tıkanır, eğer şanslıysan-yani geç olmadan fark etmişsen- anjiyo yapılır, stent taktırarak kurtulursun. Daha da kötü durumdaysan açık kalp ameliyatı gerekiyor tabii. Daha da kötüyse kalp pili, kalp nakli..
Ben sürekli bunları duyuyordum. İlerisini bilmiyordum. Kalp yetmezliği dedikleri şey. Nasıl olurdu yahu, kalp az çalışırsa insan ne yapacaktı ki?

Babamın kalbi şu an %15 performansla çalışıyormuş. Benim aklım almadı sanki, nasıl olur? demeden duramıyorum. Kalp pili takabilecekleri kadar bir gücü yokmuş şu anda kalbin. Kendini toparlayabilirse takılacakmış. Bekliyoruz, yine bekliyoruz, yine belirsizlik.

Bazı günler babama bakıyorum, bakıyorum. Yok. Aklım almıyor. İnsan o kadar alışıyor ki senelerce gördüğü manzaraya. Alışkanlık gerçekten çok korkunç bir şey.
Hoplayıp zıplayan, yerınde duramayan, pazarları bile evde oturmayan o adam. Beni hantallığımdan kurtarıp, bir o yana bir bu yana koşturmayı, gezmeyı, durmamayı sevdiren o adamın artık yürüyüş yapması bile yasak.

Babam acile girişimizden yaklaşık 5 dakika sonra anjiyoya alındı ve 20 dakika dedikleri operasyon 1 saat kadar sürdü. Yaklaşık 7 bebek doğdu, 2-3 bebek koridoru çınlatarak ağladı, 1 küçük çocuk fıtık ameliyatı için hazırlandı, 1 anneannenin gözleri doldu. Bebeklerden birinin babası koridoru yaklaşık 3 kez baştan sona gezdi. Babam sonra çıktı. 
Anjiyodan sonra doktor bizi acilen odasına çağırdı ve o an kendimi gerçekten trajik bir filmin ortasında buldum. İzlerken kendimize yahut ailemize asla konduramadığımız o sahnelerden birini yaşıyordum çünkü. Ya ölmüştü babam, ya da ölüm riskindeydi. Evet, muhtemelen ölecekmiş.
Doktor aynen bu şekilde söyledi!  Kurtulma ihtimali o kadar düşük ki, bu ihtimali pek düşünmeyin dedi. Ben direk ölmüş gözüyle baktım ve çeşmeleri açtım tabii ki.
Ölmedi.
Kalpteki en büyük damarmış tıkanan ve %70 gibi büyük bir oranda tıkanmış. 
Ve onu bu hale getiren yaşadığı kalp krizinden ziyade kalbin geçirdiği şoklar. Kardiyojenik şok deniyor buna ve araştırırsanız görürsünüz -benim babam yoğun bakımdayken bakıp bakıp ağladığım bilimsel yazılar gibi-, kurtulma oranı şimdiye kadar %7-%8 falanmış. Çünkü ana damar tıkandığı için kalp oksijensiz kalıyor ve onun oksijensiz kalması demek; ya felç kalmak, ya şuurunu kaybetmek, ya da ex olmak demek... Yaşıyorsan, şanslısın. Şanslıydı. Şanslıydık! Kurtuldu(k).

Hatta o kadar güzel kurtulduk ki, eskisi gibi azar yemeye devam ediyoruz kendisinden.
Şimdiyse sanki hiç yaşanmamış gibi. Sabah 8'de uyanıp tüm sokağı ayağa kaldıracak kadar bağırmamış, ağlamamış, sonrasında 15 gün hastane kapısında beklememiş gibi.

Umudunuzu kaybetmeyin. 
Bazen tıp bile bilemiyor ne olacağını. Bazen sadece ama sadece Rabbimize sığınmamız, ellerimizi açmamız gerekiyor. 
Bazen sadece güçlü olmamız gerekiyor.
Hatta çoğu zaman ve çoğu zaman,
güçlü olmamız gerekiyor.

Size bu yazımın sonunda ne mutluluk, ne aşk, ne başka bir şey dileyeceğim. Size sadece ama sadece sağlık diliyorum. Rahat nefes alacağınız günler, o nefesi sevdiklerinizle gülerek harcayacağınız saatler diliyorum!