16 Eylül 2018 Pazar

"Ruhun anlaşılmak için çırpındığında"

Eylül 16, 2018 4

En büyük ihtiyacın;

anlaşılmak.

Ne zaman sinirin çığırından çıkar ve bağırmak istersin karşındakine; anlamadığında seni. Ruhunun fısıltısını duymadığında belki. Daha sonra ruhun onun duyması için bağırmaya başlar; bağırır, bağırır, sonra daha çok bağırır ve çığlıklar atmaya başlar. Bu çığlıklar seni o kadar rahatsız eder, o kadar sinirlendirir ki bağırmaya başlarsın. 
Aslında şunu dersin: "Duymuyor musun beni, ruhumun bir sancısı var ve sana anlatmaya çalışıyor."
Karşındaki o kadar çok anlamaktan uzaktır ki seni, o kadar kendiyle meşguldür ki. Duysa da, duymaz seni. 
Anlamayarak okuduğun bir kitap gibi. 
*Ve sen bir kitap değilsin!*
Seni eskidiğinde, yok olmaya yüz tuttuğunda, öldüğünde anlamaları bir anlam ifade etmez. Sen bir kitap değilsin ve seni yaşarken anlamaları gerekiyor. Ruhun anlatmak için çırpınıp dururken.

'Gerçek anlamda iletişim kurmaktan' çok uzaklaştık. Hepimiz uzaklaştık sanırım. Ben kitaplarıma sığınmaya başlarım böyle zamanlarda. Kendimden de çekinirim. Bağırmaktan. Nefret kusmaktan. Dinlememekten, anlamamaktan, kırmaktan. Dolayısıyla kırılmaktan.

Arkadaşların. Dön, bir bak. Kaç tanesi seni bir konuda yargılamadan önce seni iyice dinliyor? Peki gerçekten dinliyorlar mı? 

Peki ya sen, ya ben? Biz dinliyor muyuz? 

Etrafımız iletişim kurmaktan ziyade cevap vermiş olmak ve daha ihtişamlı cevaplar vererek egosunu tatmin etmek için cevap veren insanlarla dolu. Bunu ben yaptığımda ve fark ettiğimde kendime o kadar kızıyorum ki. 

İnsanları dinlemeyi sev. Ama anlamak için dinlemeyi sev.
Onların ruhunu anlamanın ilk adımıdır belki bu. En olmadı ikinci adımıdır; ilki de belki onun neyi, neleri, kimi dinlediğini gözlemlemektir. Yani düşüncem o ki sihirli adım, dinlemek.

Tartışırken de, hatta kavga ederken; dinleyebilmelisin mesela. "Tartışıyorsak amacım haklı çıkmak olmalı" dememelisin. Karşındakini en çok hangi davranışınla yaraladığını aslında bu anlarda keşfedebilirsin. Normal bir anda söyleyemezken o an söyleyebilir. Ve sen onu seviyorsan onu keşfetmelisin, değil mi? 

Sadece kendi yaralarını değil, onun da yaralarını görebilmelisin.
İyileştir ki, iyileş.

Olmuyor mu? Sadece çaban bile zaten sevdiğin insanın elinden tutacak.


***
Hintli bir bilge öğrencileri ile gezinirken Ganj nehri kenarında birbirlerine öfke içinde bağıran bir aile görmüş. Öğrencilerine dönüp "İnsanlar neden birbirlerine öfke ile bağırırlar?" diye sormuş. Öğrencilerden biri "çünkü sükunetimizi kaybederiz" deyince, bilge "ama öfkelendiğimiz insan yanı başımızdayken neden bağırırız? Söylemek istediklerimizi alçak bir ses tonu ile de aktarabilecekken neden bağırırız?"  diye tekrar sormuş. 

Öğrencilerinden ses çıkmayınca anlatmaya başlamış. "İki insan birbirine öfkelendiği zaman, kalpleri birbirinden uzaklaşır. Bu uzak mesafeden birbirlerinin kalplerinin sesini duyabilmek için bağırmak zorunda kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse, açılan mesafeyi kapatabilmek için o kadar çok bağırmaları gerekir."

"Peki iki insan birbirini sevdiğinde ne olur? Birbirlerine bağırmak yerine sakince konuşurlar, çünkü kalpleri birbirine yakındır, arada mesafe yoktur ya da çok azdır. Peki, iki insan birbirini daha da fazla severse ne olur? Artık konuşmazlar, sadece fısıldaşırlar çünkü kalpleri birbirine daha da yakınlaşmıştır.Bir süre sonra konuşmalarına gerek bile kalmaz, sadece birbirlerine bakmaları yeterli olur. İşte birbirini gerçek anlamda seven iki insanın yakınlığı böyle bir şeydir." 

"Daha sonra ermiş öğrencilerine bakarak şöyle devam etmiş: "Bu nedenle tartıştığınız zaman kalplerinizin arasına mesafe girmesine izin vermeyin. Aranıza mesafe koyacak sözcüklerden uzak durun. Aksi takdirde mesafenin arttığı öyle bir gün gelir ki, geriye dönüp birbirinize yakınlaşacak yolu bulamayabilirsiniz."
***

Çok sevdiğiniz günlere.

Haftasonu Sineması - The Eternal Sunshine of The Spotless Mind (Sil Baştan)

Eylül 16, 2018 0
"Unutkanlar şanslıdır çünkü hatalarının derdini çekmezler."

Sürekli erteleyip sonunda izlediğim filmlerden biriyle karşınızdayım.
Çok, çok farklıydı. 
Zaten Jim Carrey'nin oyunculuğunu Truman Show'dan beri çok sevdiğimden beğeneceğimden şüphem yoktu. Ama oyunculuğundan ziyade filmin kurgusunun çoğu aşk filminden farklılığı beni cezbetti. Ve tabii ki Kate Winslet'ın canlandırdığı kızın "garipliğinde" kendimi bulmuş olmam da etkiliydi. Rengarenk saçlarıyla neşesi, hem umursamaz gözükmesi aynı zamanda da çok konuşkan tavrını çok sevdim nedense.

Sık sık aşk filmi izleyen biri değilim fakat bu film gerçek anlamda etkileyiciydi. Joel ve Clementine'ın 2 yıl süren ilişkilerinden sonra -Joel'ın deyişiyle Clem'in- hafızasını sildirmesi sonucu Joel'ın da hafıza sildirmeye başvurmasıyla film değişik bir hal alıyor. 

Anıları gösterirken zaman kavramı karıştığı için biraz kafam karıştı ve filmi ikinciye izlemem gerektiğini düşündüm. 
Sonrasında filmin incelemesini izlediğimde ise zaman kavramının karışmaması için Clem'in saçlarının renginin kullanıldığını duyduğumda baya şaşırdım. İlişkilerinin başlarında gayet canlı renkli saçlarına, son safhalarda mavi gibi soğuk bir renk kullanılması tesadüf değildi, haklıydı bu incelemeyi yapan kişi.

Böyle küçük ipuçları saklayan filmleri çok seviyorum ve bence defalarca izlenebilecek bir filmdi, özellikle de bu küçük ayrıntılar sebebiyle.

Filmin insanlar ve anılar üzerinde kurulu olması benim gibi anılarına fazla değer veren; onları kaydetmeyi, yazmayı, dinlemeyi, izlemeyi seven insanlar için filmi ekstra güzel yapıyor. Siz de böyleyseniz muhakkak izleyin derim.

İzlemiş olanlarla yorumlarda buluşabiliriz.
Huzurlu bir gün diliyorum, hangi gündeyseniz artık. Pazartesi de dahil! 
:)