10 Ağustos 2018 Cuma

"Kendi benliğini en çok ne ile betimlerdin?"

Ağustos 10, 2018 2
Bugün; tamı tamına '3 buçuk sene önceki ben'in cümlelerini okudum. 3 buçuk sene sonra. İnsan yıllar önceki kendisine nasıl hem bu kadar yakın hem bu kadar yabancı hissedebiliyormuş, deneyimledim. 
Ve burada zaman zaman 3-4 sene önceki bu yazılarımdan kesitler paylaşmak istiyorum. Hiçbir kelimesini; hatta noktasını, virgülünü bile değiştirmeden.
Belki birileri bu satırların bir cümlesinde de olsa kendisini bulur.
Başlıyoruz.

















"20 Şubat Cuma, 2015
İnsanın hayali, hayalleri; kendini bulduğu şeyleri keşfederken şekillenir. Kendini anlarken. Kendini betimlerken, kendini tanırken, kendinden nefret ederken veya kendini severken ortaya çıkar. Kendi benliğinizi en çok neyle birlikte betimlerdiniz? En çok neyde kendi ruhunuzu iyileştirme fırsatı buluyorsunuz veya? Kötümser düşünceler zamanın hangi diliminde, kiminleyken veya ne ileyken silikleşiyor? Bu gibi sorulara cevap vermeye başladıkça hayalleriniz beyninizin, belleğinizin en güçlü yerine saklanır ve bunları unutmaksızın yaşarsınız.
Kendimle ilgili birkaç şeyden bahsetmek istiyorum. 
Çocukluktan beri sakin, kendi halinde biriydim. Lise adı verilen kişiliklerin oturmaya başladığı yılların yaşandığı o harikulade okul, muhakkak hepimizi değiştirdiği gibi beni de değiştirdi. Hırçın özelliklerimi içime atmaktan ziyade insanlara göstermeye, 'ben buyum, daha fazla susmuyorum işte!' dercesine konuşmaya başladım. Dudak büküp kabullenmektense cevap vermeye başladım. 'Tamam, peki' yerine 'Hayır, neden böyle değil de öyle?' demeye başladım. Bunlar yaklaşık 1-1,5 yıl önce başlayan şeyler elbet. Herkes susmaya başladı, bense konuşmaya.
Öncesi ise tam bir felaket.
Susardım. Sadece susardım ve en yakın arkadaşımın yanında konuşurdum. Tüm birikenleri ona anlatırdım. Ona ağlar, onu konuşur, ona güler, ona saçmalardım. Hala her halimi en baskın şekilde o görüyor, anlıyor. Bir de internet üzerinden tanıştığım bir kız arkadaşım vardı. Her akşam birbirimizi yakalamaya çalışırdık, okuldan döner dönmez oturur bazen saatlerce onu beklerdim. Onunla konuşmayı özlerdim olmadığı zamanlar. Şehir dışındaysam ve internet yoksa, internet kafelere kaçtığım bile olmuştur kuzenlerimle. Klavyedeki hızlılığımın en büyük sebebi o çatlaktır. Dipnotu da unutmayayım, hala arkadaşlığımız devam ediyor. 
Öylesi sessiz, her sözü kabul edip oturan, hiçbir özelliğini başkalarına karşı baskılayamayan, utangaç, çekingen biriydim ki; odama çekilip neden? diye ağladığım çok olurdu bu özelliklerim sayesinde. Kendi benliğimi oluşturmaya bir türlü başlayamıyordum. Neresinden tutsam diğer ucu kaçıyordu.
Şimdi bu zamanları hatırladıkça kalbime küçücük bir hüzün çöküyor. Pişman da olmuyorum, özlemiyorum da, üzülmüyorum da. Ama o küçük hüznün hep orada olduğunu geçmişe her şöyle bir dönüp bakışımda anlıyorum. 
15 yılım böyle geçtikten sonra aslında benim içimde olup görmediğim şeyler keşfettim. Mesela yazmaya başladığım andan beri yanımda sürekli kalem-kağıt taşıyıp şimdi okuduğumda kahkaha atacağım derecede saçma gelen hikayeler yazmıştım. Yazmaktan hiçbir zaman gocunmamış, yorulmamış; hep yazmış, yazmış, yazmıştım. Kelimeleri birleştirip kendimi anlatmaya çalıştığım defterim benim her dünyadan kaçışımda sığındığım yer olmuştu. Bu anlattığım, benim benliğimin en büyük parçalarından biridir. 
Bahsettiğim arkadaşıma klavye üzerinden mesajlar atarken de bir süre sonra yazmaya, kelimelere ne kadar ilgi duyduğumu anlamaya başlamıştım. Cümleler kurdukça, kelimeler kafamın içinde dans ettikçe mutlu oluyor, kendimden geçiyordum.
İşte. Şu zaman ve mekanda, kalemimin elverdiği şekilde, 'benim bir kısmım' hakkında bilgi sahibi oldunuz. 
Bu cümleye kadar okuduysanız ne mutlu bana. Sizin için bir şey söyleyemeyeceğim tabii, mutlu mu oldunuz, sıkıldınız mı; kendinizi buldunuz mu, saçmalık olduğunu mu düşündünüz yazdıklarımın, bilemiyorum. Her halükarda sizinle paylaştığımı bilmek güzel. Umarım devam eder ve siz de içimden dökülen kelimelere, cümlelere, satırlara şahit olmaktan mutluluk duyarsınız.
Ha bir de; lütfen, bu yazıyı okuduysanız lütfen oturun ve 5 dakikanızı, yalnızca 5 dakikanızı, düşünmeye ayırın.
Ben kimim?, deyin kendinize.
Şu an ne yapıyorum, neden yapıyorum?,
İleride ne yapacağım, ne yapmak istiyorum?, deyin. Sorun kendinize, kendinizi keşfetmeye başlayın. Ruhunuza iyi gelen şeyleri öğrenin. Sadece sorumluluklarla yaşamayın. Sadece kaçarak da yaşamayın. 
Düşünün bunları, rica ediyorum.
Bir kaybınız olmayacak. İnanın bana. (Comptine D'un Autre Ete bunu düşünmek için iyi bir klasik müziktir, tavsiye ederim.)
Ev-vet. Şu an tarihlerden 20 Şubat Cuma 2015, saat 17.27, birkaç gündür yoğun şekilde yağan kar beyaz örtü halinden çıkmaya yüz tutmuş, eriyor. Evin en küçük odasındaki kız bugün de dünkü gibi mutlu. Şimdiyse tuşlarla parmaklarını kavuşturmaya gitmek için sabırsızlandığını hissediyor.
Çeyrek piyanistin kaleminden şimdilik bu kadar, gidin ve kendinizi keşfedin!"
10 Ağustos 2018, Cuma
23.36
Bitirmeden önce başlıktaki soruyu tekrar sormak istiyorum;
Kendi benliğinizi en çok ne ile betimlerdiniz?

3 Ağustos 2018 Cuma

"Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum"

Ağustos 03, 2018 21
Masumiyet Müzesi'nin ilk cümlesi. Etkileyici.
Kitabı okumadım fakat Yazgı Yazgan'ın "Ya mutluysak da bilmiyorsak?" başlıklı konuşmasından ve bu cümleden etkilenerek bir yazı yazmaya karar verdim.

Mutluluk yaşanan bir olgu mu, yoksa hatırlanan mı? Bu soruyu daha önce kendime hiç sormamıştım. Siz sordunuz mu kendinize ya da fark ettiniz mi? 

Mutluluğu çoğunlukla geçmişte bulduğumuzu, yani onu "hatırladığımızı."

Şu anı ele alın. Belki evinizde boş boş oturuyorsunuz, belki akşama kadar çok yoğun çalıştığınız bir işiniz var. Belki bir arkadaşınızla kahve içiyorsunuz belki de tek başınıza, fakat normal hissediyorsunuz, ne mutlu ne de mutsuz ya da belki sıkılmış.

Fakat bu anı yıllar sonra "ne günlerdi, çok mutluydum" şeklinde hatırlayabiliyorsunuz. Bu yaptığınız işi hatırlayarak olabilir-belki şu an başka bir işte çalışıyorsunuz ve çok daha fazla sıkıldınız-; görüştüğünüz insanları/arkadaş çevrenizi, yaşadığınız/bulunduğunuz şehri özlediğiniz için olabilir.

Ama olduğu bir gerçek. Yazgı Yazgan'ın konuşması bittiğinde uzun bir süre düşündüm. Gerçekten de yıllar öncesine ait fakat o zamanlar bana çok normal gelen bir ânım şu an düşündüğümde şimdiki yaşantımdan çok daha cazip gelebiliyor. Öyleyse neden şu anımı özleyeceğimi, geri dönmek isteyeceğimi bile bile yaşadığım anın kıymetini bilmiyorum?

Elbette bunu her gün yapamayız. Çok can sıkıcı günler olacak. Bazen hayatımızla ilgili hiçbir şeyden memnun olmayacağız belki, hava durumu bile canımızı sıkacak o gün, o kadar bunalmış olacağız ki. Bazen hastalıklar olacak ve her şey manasız gelecek, bazen çok büyük mutluluklar olacak belki, ertesi gün sıradan hayatımıza devam etmek yine, yine manasız gelecek.

Düşünüyorum ki sadece yapmamız gereken şu: Hissettiğimiz ve yaşadığımız her ne ise yaşadıktan sonra yahut yaşarken ona bakıp keyif almaya bakmak. Keyif alamıyorsak bir süre kendimizi ona bırakıp sadece onu "yaşamak" Çünkü sen karşı koydukça ve onu erteledikçe karşına elbet bir gün çıkacak. Çektiğin acıyı reddetme, hissettiğin kötü şeyleri elinin tersiyle itme. Onları yaşamaya daima hazır ol. Bunu demek çok kolay evet, diyorum. Çünkü sen hazır değilim desen de bu doğru değil. Hazırsın zaten. Hazır olmasan karşına çıkmazdı.

Hani ortalıkta bir sözdür dolaşıp duruyor; "carpe diem" Bunu o an çok mutlu olmak olarak algılıyoruz. Oysa gerçek şu değil mi; yaşamak o an ne hissetmen gerekiyorsa onu hissetmek demektir. Yaşamak sadece mutlu olduğunda mı güzel? Neden anı yaşamak sadece mutluluk? Tüm hislerini kabullen.

Ağlamak istiyorsan ağla. Daha huzurlu ve dingin bir kalple ayağa kalkıp devam edeceksin. 

Kahkaha atmak istiyorsan sadece yahut boşvermek istiyorsan bir süre, sadece boşvermeye bak. 

Günün 1 saatini de olsa sessizlikte kendini dinleyerek ve kalbindeki hislerle geçir. Buna ihtiyacın var. Kapıldığın hırsların seni ruhsuz, etrafındaki ve hayatındaki koşuşturmanın seni içinden çıkamayacağın hale getirmesine izin verme. Çünkü içinden çıkamazsan kendi içini göremezsin. 

Kendi içini göremezsen,

işte o zaman her şey manasız.

Size 2 şarkım var;
biri geçmişte çok mutsuz bir anımdan. O anki mutsuzluğumu hala kalbimin derinlerinde hissediyorum. Ben o haldeyken bir dostum bana gitarla çalıp söylemişti bu şarkıyı. O 2-3 dakikada hissettiğim huzuru hala hatırlıyorum. Bu yüzden çok kıymetli.


Diğer şarkı ise az önce keşfettiğim bir şarkı. Bunun bana gelecekte ne hissettireceğini bilmiyorum ama göreceğiz :)


Okuduğunuz için teşekkür ediyorum, yoruma sohbet etmeye bekliyorum❤